Suya akan nehirler gibi, ölüme akıyor her gidiş kendinden habersiz bir vuslat ile.
Mihrişah Azaklı
Geneve; 21.09.2013
19:36
Suya akan nehirler gibi, ölüme akıyor her gidiş kendinden habersiz bir vuslat ile..
Ah ki hicran!
Ah ki firkat!
''Firkat-i yar beni yaktı dem â dem âhü zâr oldum
Benim cânım a sultanım senin çün (ah) yanar cânım.
Gel üzme bendeni mâhım söz dinle gel alma âhım.
Şebâbım âh ile geçti kemâle ermeden soldum.'' der gibi şu yaşamda hayat hikayemiz.
Öpüp kokladığımız güller perişan.
Perişan da, bunca örnek var iken gözümüzün önünde, neyin farkındayız?
Düşünce, görüş ve duygu arasındaki uymazlık, uyuşmazlık almış başını son hızla gidiyor.
Yaşadığımız hayattan daha büyük, daha anlamlı bir yaşama açılan kapı var oysa, bize doğarken bahşedilen.
Tek tadımlık bir gelişin, en büyük bilinmeyene, ölüme doğru çıktığı bu yolculukta...!
Her günü sonmuş, gibi yaşayanların anlayıp farkına varabileceği...
Hayat; her türlü korkumuzu yenmemize ve yaşamın olağanüstü yolculuğunda onun gerçek keyfine varmamıza yardımcı olacak milyonlarca mucize ile dolu.
Hepimiz bir gün öleceğimizi biliyoruz.
İstatistiksel olarak; kişi başına düşen ölüm oranı hâlâ yüzde yüz.
Ama hayatımızı tehdit eden bir hastalığımız çıkmadıkça ya da bu birinin başına gelmedikçe bunu pek düşünmüyoruz değil mi?
O saatten sonra da öleceğimiz fikrine alışmak çok kolay olmuyor.
Örneğin, beni alalım; yakın zamanda kalp krizi geçirmiş biri olarak, doktorum ne derse onu yaptım.
Beslenme alışkanlıklarımı değiştirdim, egzersiz yaptım, sigarayı (sadece 1 hafta) bıraktım, vs.
Ama bu sadece üç hafta kadar sürdü ve sonrasında ben yine eski ben, hayatıma geri döndüm.
Çünkü ölümle yüzleşen insanlar için ölüm, artık korkunç değildir.
Dolu dolu yaşarken bir hastalığın varlığının ya da yokluğunun çok fark etmediğini keşfediyorsunuz.
Ölme noktasına kadar gelmek, insanı özgür bırakır.
Daha sonrasında da Mucize ve Kutsal sözcüğünün anlamının, eski yıllarda anımsadığımdan farklı olarak, (çok dalga geçerdim) çok daha doğru, en özel, en eğlenceli, en anlamlı, en mahrem, en erotik, en heyecan verici, en güçlü, en duygusal, en enerji verici, en eğlendirici ve en keyif verici şeyleri anlatmak için kullanılabilen bir sözcük olduğunu gördüm.
Ölümle yüzleşince her günümüzün ve her anımızın çok değerli olduğunu anlıyoruz.
Ve bunu fark etmek de hayatımızdaki her şeyi ve herkesi kutsal kılıyor.
Şahin avda gezer, (gökyüzünde süzülür ama) avcı onu karadan gözler.
Cahil balık gölde yüzer...Deniz duruken...!
Ne yamandır ah şu hayat!
Diken kırda biter de, gül'ün sapına kul olur, (güzelliğin içindeki kötüdür, ya da kötülüğün içindeki güzel.)
Öyledir bu hayat.
Rüzgar dağ başında eser de, yağmur gider çöle düşer.
Kendi içindedir bütün mucizeler, baktıkça görebileceğimiz.
Şimdilerde benim baktıkça gözlemlediğim; İNSAN denen canlının giderek yozlaştığı, ruhsuzlaştığı ve hayatın o derin anlamını kaybettiği...
Oysa unutmamak gereken en önemli nokta Tek tadımlık bu hayat.
İstesekte istemesekte bir ikinci şansımız olmayacak.
Hayatımızda esas anlamı ile AŞK yok.
Gel-geç ilişkilerden bahsetmiyorum hakiki AŞK'tan dem vurmaktayım.
Bu da ruhsuzluğun çıkış noktası oluyor.
Önünde sonunda, ölümle karşılaşmak insana şu soruları sordurur:
Ben kimim?
Neden buradayım?
Nereye gidiyorum?
Bunun ötesinde ne var?
Bilinmeyen soruların ev sahibiyiz.
Burada en önemli şey, insanların hayatın amacı ve gizemiyle ilgili sorularla donatılmış olması.
“Kalbinizde çözüme ulaştıramadığınız her şey için sabredin ve soruların önce kendisini sevmeye çalışın.” Hatta alışın.
Ölüm sonsuz bir yalnızlık deneyimi olabilir –tek başınıza sonsuza dek karanlık bir odada kalabilirsiniz– ya da ruhumuzun evriminin bir sonraki bölümünde, bir sınıftan diğerine geçmek gibi veya bir nehrin okyanusa dönmesi gibi tek bir kaynağa bağlanabiliriz. Vs vs...
Bu Sensin.
Bu benim.
Bu bir başkası.
Bu O, olabilir.
Hayatın bize bıraktığı miras, nasıl yaşadığımızla ilgili farkında olduğumuzdan çok daha fazla seçeneğimiz olduğudur.
Eğer iyi yaşarsak gerisinin kendiliğinden geleceğidir.
İnsan bu dünyaya armağandır ve aşkla yazılmış bir manifestodur.
Aşk'ı kaybederseniz kendinizi de kaybeder kaybolur yok olursunuz.
Ruhsuz insanların ölüden farkı yoktur.
Hayatı anlamak ve tanımak için illa ölümle karşılaşmak gerekmiyor.
Yürek ile bakmak bu anlamda insana aynı kapıları açıyor.
Hiç şüpheniz olmasın.
Biraz iyimserlik yeterli.
Kayifle kalın sevgimle
MİHRİŞAH AZAKLI
Geneve; 21.09.2013
19:36
Suya akan nehirler gibi, ölüme akıyor her gidiş kendinden habersiz bir vuslat ile..
Ah ki hicran!
Ah ki firkat!
''Firkat-i yar beni yaktı dem â dem âhü zâr oldum
Benim cânım a sultanım senin çün (ah) yanar cânım.
Gel üzme bendeni mâhım söz dinle gel alma âhım.
Şebâbım âh ile geçti kemâle ermeden soldum.'' der gibi şu yaşamda hayat hikayemiz.
Öpüp kokladığımız güller perişan.
Perişan da, bunca örnek var iken gözümüzün önünde, neyin farkındayız?
Düşünce, görüş ve duygu arasındaki uymazlık, uyuşmazlık almış başını son hızla gidiyor.
Yaşadığımız hayattan daha büyük, daha anlamlı bir yaşama açılan kapı var oysa, bize doğarken bahşedilen.
Tek tadımlık bir gelişin, en büyük bilinmeyene, ölüme doğru çıktığı bu yolculukta...!
Her günü sonmuş, gibi yaşayanların anlayıp farkına varabileceği...
Hayat; her türlü korkumuzu yenmemize ve yaşamın olağanüstü yolculuğunda onun gerçek keyfine varmamıza yardımcı olacak milyonlarca mucize ile dolu.
Hepimiz bir gün öleceğimizi biliyoruz.
İstatistiksel olarak; kişi başına düşen ölüm oranı hâlâ yüzde yüz.
Ama hayatımızı tehdit eden bir hastalığımız çıkmadıkça ya da bu birinin başına gelmedikçe bunu pek düşünmüyoruz değil mi?
O saatten sonra da öleceğimiz fikrine alışmak çok kolay olmuyor.
Örneğin, beni alalım; yakın zamanda kalp krizi geçirmiş biri olarak, doktorum ne derse onu yaptım.
Beslenme alışkanlıklarımı değiştirdim, egzersiz yaptım, sigarayı (sadece 1 hafta) bıraktım, vs.
Ama bu sadece üç hafta kadar sürdü ve sonrasında ben yine eski ben, hayatıma geri döndüm.
Çünkü ölümle yüzleşen insanlar için ölüm, artık korkunç değildir.
Dolu dolu yaşarken bir hastalığın varlığının ya da yokluğunun çok fark etmediğini keşfediyorsunuz.
Ölme noktasına kadar gelmek, insanı özgür bırakır.
Daha sonrasında da Mucize ve Kutsal sözcüğünün anlamının, eski yıllarda anımsadığımdan farklı olarak, (çok dalga geçerdim) çok daha doğru, en özel, en eğlenceli, en anlamlı, en mahrem, en erotik, en heyecan verici, en güçlü, en duygusal, en enerji verici, en eğlendirici ve en keyif verici şeyleri anlatmak için kullanılabilen bir sözcük olduğunu gördüm.
Ölümle yüzleşince her günümüzün ve her anımızın çok değerli olduğunu anlıyoruz.
Ve bunu fark etmek de hayatımızdaki her şeyi ve herkesi kutsal kılıyor.
Şahin avda gezer, (gökyüzünde süzülür ama) avcı onu karadan gözler.
Cahil balık gölde yüzer...Deniz duruken...!
Ne yamandır ah şu hayat!
Diken kırda biter de, gül'ün sapına kul olur, (güzelliğin içindeki kötüdür, ya da kötülüğün içindeki güzel.)
Öyledir bu hayat.
Rüzgar dağ başında eser de, yağmur gider çöle düşer.
Kendi içindedir bütün mucizeler, baktıkça görebileceğimiz.
Şimdilerde benim baktıkça gözlemlediğim; İNSAN denen canlının giderek yozlaştığı, ruhsuzlaştığı ve hayatın o derin anlamını kaybettiği...
Oysa unutmamak gereken en önemli nokta Tek tadımlık bu hayat.
İstesekte istemesekte bir ikinci şansımız olmayacak.
Hayatımızda esas anlamı ile AŞK yok.
Gel-geç ilişkilerden bahsetmiyorum hakiki AŞK'tan dem vurmaktayım.
Bu da ruhsuzluğun çıkış noktası oluyor.
Önünde sonunda, ölümle karşılaşmak insana şu soruları sordurur:
Ben kimim?
Neden buradayım?
Nereye gidiyorum?
Bunun ötesinde ne var?
Bilinmeyen soruların ev sahibiyiz.
Burada en önemli şey, insanların hayatın amacı ve gizemiyle ilgili sorularla donatılmış olması.
“Kalbinizde çözüme ulaştıramadığınız her şey için sabredin ve soruların önce kendisini sevmeye çalışın.” Hatta alışın.
Ölüm sonsuz bir yalnızlık deneyimi olabilir –tek başınıza sonsuza dek karanlık bir odada kalabilirsiniz– ya da ruhumuzun evriminin bir sonraki bölümünde, bir sınıftan diğerine geçmek gibi veya bir nehrin okyanusa dönmesi gibi tek bir kaynağa bağlanabiliriz. Vs vs...
Bu Sensin.
Bu benim.
Bu bir başkası.
Bu O, olabilir.
Hayatın bize bıraktığı miras, nasıl yaşadığımızla ilgili farkında olduğumuzdan çok daha fazla seçeneğimiz olduğudur.
Eğer iyi yaşarsak gerisinin kendiliğinden geleceğidir.
İnsan bu dünyaya armağandır ve aşkla yazılmış bir manifestodur.
Aşk'ı kaybederseniz kendinizi de kaybeder kaybolur yok olursunuz.
Ruhsuz insanların ölüden farkı yoktur.
Hayatı anlamak ve tanımak için illa ölümle karşılaşmak gerekmiyor.
Yürek ile bakmak bu anlamda insana aynı kapıları açıyor.
Hiç şüpheniz olmasın.
Biraz iyimserlik yeterli.
Kayifle kalın sevgimle
MİHRİŞAH AZAKLI