Hayat Yorgunuyum


11 Nisan 2015, 08:06
Geneve - Switzerland

Merhaba
İşte haftasonu cumartesi
Ne umur...!
Kendime dolaşığım, kendime sarıyorum.
Hayat yorgunuyum, gönül yorgunu, ruh yorgunu, yılların yorgunuyum ben.
Belki yaş'tandır, belki fazla üzerime üzerime gelmiştir bu yaşam.
Değişim, evet değişiyor her şey belki, ama ben değişmeyince olmuyor işte.
Hep bir şeyler eksik kalıyor, hep eksiliyor giderek her şey.
Benim doğrularım, diğerlerine ters, onların doğruları da bana...
Nasıl olacak peki?

Ezbere yaşamaktayım, gelişine...
Koyverdim bıraktım ne varsa, denetimsiz yol alıyor yaşam.
Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum,hayat yorgunuyum, Öğrenmek,bilmek,anlamak,anlamamak, anlaşılmak anlaşılamamak gibi olguların her biri önemini kaybetti yaşamımda.
Hani öyle zamanlar oluyor ki; anlamamış gibi yapmaktan, düşünmekten, hissetmekten, tanımaktan, tanık olmaktan, katlanmaktan, anlayış göstermekten, görmezden gelmekten, şikayetçi olmaktan, üzerinde durmamak seçeneğini kullanmaktan, idare etmek zorunda kalmaktan, bazen idare edememekten, , üzülmemiş görünmekten, gerçekten çok üzülmekten, alışmaktan, alışamamaktan, sabretmekten,, sabredememekten, katlanmaktan, katlanamamaktan,, beklemekten, bekleyememekten, beklentilerden, beklenmediklerden yorgunum, yoruldum artık.


İnsan sahtekarlıklarından yorgunum. Töleranssız insanlardan, ön yargılı, beyinsiz insanlardan yorgunum..
Tam da artık bu serseri dünya'da hiçbir şey beni şaşırtamaz, beni şok edemez derken veya öyle sanırken, her defasında yeniden şaşırmaktan yorgunum.
Kısaca; özetlemem gerekirse, bir insan olarak 62 senedir bunca şeye ŞAHİT olmaktan yorgunum.
Ve sanıyorum çok da haklıyım.


Kimsenin bunca değişimi kısacık ya da upuzun bir yaşam sürecinde sırtlayıp taşıması yine de şikayet etmeden sırtlanıp yüklenip götürmesi ZOR be dostlar.
Vallahi de zor, billahi de zor, tillahi de zor.
El-insaf derler.
Yazgı, kader, tercih, seçim ne derseniz deyin, ama bir zaman geliyor artık geminizi bu sularda yüzdüremediğinizin farkına varıyorsunuz.
Bir kasırga ile gözlerinizi açtığınız bu dünya, böylesine allak bullak olmuşken, ne mümkün bir rüzgar boyu daha yol almak?...
Bu maratondan çekilme vaktin geldi Mihrişah diyor içimdeki...
Perde inmeli ve bu oyun bitmeli.

Hani Arthur Rimbaud'un o meşhur şiirinde olduğu gibi:

Acılarda çalkalanıp güçsüz düştüm dalgalar!
Pamuk tüccarlarına hayır diyor dümenim,
Artık benim için ne bayrak ne bandıra var,
Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim.


Hayat böyle işte.
Doğuyoruz, yaşıyoruz vakit geliyor gidiyoruz.
Geliş ve gidiş arasındaki o süreçte ise bir ömre sığmaz dediğimiz neler neler yaşıyoruz.
Sığıyormuş, ki; ona da bizzat şahit oluyoruz.
Yaşamanın da bir Adab-ı Muaşeret'i yani kuralı olmalı oysa...!
Öyle değil mi?...

Ki bana göre en hassas konudur. insan gibi yaşamamızı sağlayabilecek.
Yaşamımız boyunca insanların birbirleriyle ilişkilerinde hukuk kuralları olduğu gibi sosyal düzen kuralları da mevcuttur.
Bu kurallardır insanların arasında bulunan ilişkileri düzenleyen ve hayatı anlamlandıran ve dahi güzelleştiren....
Sosyal hayata düzen getiren ve insanlar arasındaki ilişkileri olumlu yönde geliştiren çok önemli görgü kuralları vardır.
Bu kurallar “Adab-ı Muaşeret” olarak bilinir, hani şimdikilerin hiç mi hiç bilmedikleri...!!!

.Adab-ı Muaşeret, “ya da Adap ve Edep sağlar her türlü ilişki ve medeni ahlak'ı...!

Tüm bunların tamamen kaybolduğu bu dünyada gel de yaşa.
Yok gerçekten ben yapamıyorum, gerçekten çok ama çok yoruldum.

Yorgunum.

Herkesi kaybettim. Göçtü gitti tüm sevgili değerlilerim. Birer birer.
Kala kala bu acaip kötü dünya'ya kaldım.
Anne babalarımızın devrini düşünün...Ve onların bir üst neslini, nasıl bir güven ve sevgi ile yetiştiğimizi...Yetiştirildiğimizi...Bize öğretilen; merhamet, sevgi, şefkat, anlayış, yardım etme konularında ki hassasiyetleri düşünün.
O dostları ahbapları komşuları, ablaları, ağabeyleri, sokak ve mahalle kültürünü...
Bakkalımızı, kasabımızı, manavımızı düşünün...
Hep bir güven ve sevgi ortamı var değil mi?
Ya şimdi?...

Yok yok asla uyum sağlamak mümkün değil bu garip absürd çağ'a...Benim için mümkün değil.
İçimdeki çocuk için hiç mi hiç mümkün değil.
Depresyon falan değil bu. Hiç öyle psikolojik travmalarım olmadı benim.
Gitmedim değil psikologlara, ama bana -senin bize ihtiyacın yok, dediler her defasında...
Biz, bizler, bizim yaş grubumuz ne şanssızlıktır ki ''kötü zamanlara'' denk geldik.
Talihsiz zamanlar çocuklarıyız.

Bir şey fitratınızda varsa vardır yoksa yoktur.
Bu iki kere ikinin dört ettiği kadar gerçektir.
Empati misal; artık tamamen yok olmuş yaşadığımız dünya'da...
Empati son zamanlarda en çok kullanılan kelime. “Empati yapmak” olarak kullanılıyor, ama bunun sahtekarlık olduğunu düşünüyorum.
Empati bir ruhsal durumdur. Yapılmaz, varsa vardır, yoksa da yoktur.
Bunun nörobilimde bir karşılığı da var. Ayna nöronlarımız sayesinde karşımızdakinin acısını hissedebiliyoruz. Ama bu ayna nöronlar herkeste aynı miktarda yok. Sosyopatlarda hiç yok mesela. Kadınlarda erkeklerden daha fazla var.
Ve acı olan ise sosyopat dolu her yanımız. Dikkat edince görürsünüz.
Nasıl yaşayacağız biz bu insanlarla?...

Yoruldum gerçekten çok yoruldum. Bıkkınlık bütün kılcal damarlarıma kadar yayıldı.

Sonra hepimizin üzerinde ağır bir sosyal baskı var.
Her an gözümüzün önünde bizi yaşamaktan bezdiren bir Recep Tayyip Erdoğan gerçeği var.
Herif tam bir sosyopat. Ve düşünün bir ülkeyi yönetiyor, A' dan Z'ye...Bu baskı yeter artar insanı yormaya dahasına gerek yok hatta...!
Kutuplaşmalar var insanlar arasında, hatta dostluklar, arkadaşlıklar ve aile içinde bile var.
Bir toplumu ne kadar yararsanız, kutuplaştırırsanız empati etkisi de o kadar azalır, yok olur ve ortaya o dehşet çıkar işte.
Merhamet duygusunu tamamen ortadan kaldırmış olursunuz.
İşte BİZLER böyle bir dünya'ya tahammül etmeye çalışarak yaşayanlarız.

O sebeptendir ki; ben:
'''Hayat yorgunuyum, gönül yorgunuyum, ruh yorgunuyum, yılların yorgunuyum''


Keyifli Haftasonları diliyorum hepinize dostlar. 
Ve affınıza sığınarak diyorum ki;
-Morallerinizi bozmak değildi inanın niyetim

Sevgi ve saygılarımla



Mihrişah Azaklı  -  Şah-IKaRgA





HEP İÇİMDE YÜRÜR İÇİMDE SAKLADIKLARIM




hep içimden yürür içimde sakladıklarım
oğlum yeni taşındı Tarabya sırtlarına.
çıkıp baktığımda evin terasından,
gördüm ki eski bir köy uzanmakta yamaçtan...
adı zamanla bir çok kez değişmiş besbelli
şimdilerde olmuş cumhuriyet mahallesi
yokuş yokuş bir semt tarabya, hepsinin çiçekten isimleri
karanfil, menekşe, begonya, lale, sümbül, hanımeli
mis gibi süzülmekte burnuma burnuma cilveli esintileri
horoz sesleri karışırken semaya, gelir kulağıma
uzaklarda havlayan köpek sesleri.
çok sevdim ben bu yeni mahalleyi
bir ezan böldü düşüncelerimi ve bir anons yükseldi minareden
hakkın rahmetine kavuşmuş 93 yaşındaki Tahsin efendi
dudaklarımda fatiha göz pınarlarımda yaş
bende veda ettim asırlık Tahsin Amcaya.
zat-ı muhteremi hiç tanımasam da...
hep böyleydi eskiden, hatırlar mısınız? bilmem
semt sakinlerinden biri kavuştumu hakkın rahmetine
tanıyan tanımayan giderdi cenazesine
içten gönülden bir rahmet ve fatiha ile uğurlanırlardı
o son yolculuğa.
hatırlarım ben hala bakkalımız Nihat Amca
kasabımız Recep Amca, Manavımız Osman Amca
hep böyle uğurlandılar o son yolculuğa
bir anda dalıp gittim hatıralara, sokağımızın köşesinde Aysel Abla
yepyeni bahçe içinde şirin mi şirindi evleri
ve kızkardeşi Zuhal abla, dillere destan güzelliği hala aklımda
bir de anneleri vardı korkunç hikayeleriyle...
rahmetli Yaşar hanım teyze...
ve annemin hepsi anne gibi arkadaşları
Sevim abla, Günser abla, Nevin abla,
aslında hiç biri kaybolmadılar hala bende hepsi
canlanmaları onları hatırlamama bakar
hemen etrafımdalar...
!!!...!!!
böyle erken mi kesilecekti sözüm tam da burada
ah olmasaydı keşke şu çağ dışı kalmış medeniyet
bunca medeniyetsizliğe sebep
zırt pırt çalan telefonlar, uyarılar, bildirimler
hepsi ne kadar uzak bana geçmişin sıcaklığında
ne kadar çok gidiyorum hiçbir yerlere olur olmaz saatlerde
sahi hayat dediğimiz bu yolculuk ne kadar da tuhaf
hatıralarımızı çıkartsak, geriye ne kalırdı hayatlarımızdan?...
hiç sordunuz mu kendinize...!
nerede şimdi o eski beyefendiler, hanımefendiler?...
bakkal amcalar, kasap amcalar, teyzeler, ablalarr
hepsi birbirinden değerli komşular, dostlar...
nasıl da dijitaliz hepimiz...!
nasıl da alıştık hiç yadırgamadan bu garip dijital sanal ortama
kar tanelerine saldım düşleri, nemli soğuk bir pazar akşamı
sessiz gölgeler, sessiz arkadaşlarım
elbet bir gün benimde kalacak gönüllerde adım
ama bu akşam buruk şarap tadındayım.



Şah-IKaRgA - Mihrişah Azaklı
25 Ocak 2015
Geneve 19:36
BAŞLIK Paragraf devam.........





Gölgesiz Gece

gölgesiz gece
gece kimi çağırıyor?
sessiz ve soğuk
elleri ürpertiyor karanlığın,
siyah kanatları açılmış...
bir kadının saçlarını tarıyor
aheste dalgın uzaklardan fısıltılar geçiyor
uzaklardan dalga dalga sahile dökülüyor
gecenin nefesi soğuk
kırık dökük tahta sandalyeler kalmış sahilde
çiğ yağıyor üzerlerine
gece soğuk esiyor nefesi tahta masalara çarpıyor
dağılıyor gecenin pusu yavaşça
ağır adımlarla çekiyor eteklerini
toparlıyor telaşsız
telaşla yırtmaya çalışırken
sabah gecenin karanlığını,
ağırdan alıyor- gece gidişini.
sanki ertelemek ister gibi...
uzaklarda tek tük balıkçı kayıkları
ağ atıyor denize
derinde hangi balık bekler balıkçısını
o saatte denizde
hem de o kadar derinde
karanlık denize bir şey düşüyor
denizin yüzü tebessümleniyor
o geniş tebessüm sahile kadar- yayılarak geliyor.
düş mü geceye tuzak?
gece mi düş'e tutsak?
karanlıkta bir el
sabah arıyor
yarasa kanatlı umutsuzluk
yeisle çırpınmakta
el yordamı buluşuyorlar sahilde
sabah umutları aydınlığa taşıyor
el-ele ayrılıyorlar geceden
karanlıktan
gece kendi karanlığına tutsak
kör gözleri var
baksa da görmeyen
umudun çanları geceye çalıyor
bir yılan doğuyor sabaha
vefasızlıktan yıldırımlar düşüyor
sevdaların umuduna
elektrik direkleri çaresiz
sarı ışıkları ölgün solgun titreşiyor
kızıl renkli titreyişler takılıp kalıyor
uzaklarda mor gerdanları uzanıyor dağların
karşı kıyılarda derin uykularda
kıpırtısız sessiz kızıl kadehi tutan da kim?
canları pahasına içiyorlar
hiç kimseler
gece avcıları inadına dingin
inadına parlasın istiyorlar ay
öyle ki; her gece sessizliğe bürünen
karanlık emelleri var sokakların,
diğer karanlık gecelerden farksız olmayan...
gecenin gitme vaktidir demir alıp sessizce
maviye tahammülü olmadı hiç
kırdı zincirler kilitlerini
aydınlık sevdasına açıldı bütün karanlık kapılar
şafak öyle attı ki birdenbire
karanlığın bütün keyfi kaçtı-
kaçtı da kalktı birden yerinden
suskun matemin üzerine perdeler kapandı
karanlık orman; bakire tanrıça Athena misali saklandı
-herkes kendi karanlığını öylesine benimsemiş ki, dedi sabah...!
bir dirhem aydınlıktan rahatsız olacak kadar karanlıklar.

Mihrişah Azaklı
Geneve
Şah-IKaRgA

Desem ki....

Dursam mı bir yerde, durakalsam mı gücüm yetmediğinde...
Bir tarafıma bir sızı saplanmışken?
Avuçlasam mı hasreti, yoksa kucak dolusu sarılsam mı? Ağlasam mı dudak kıvrımlarıma inerken yaşlar, ya da bir tebessüm alıp 3 kuruşa, taksam mı gözlerime?
Kanayan güller mi dersem demet demet bilmem ki beyaz güllere inat.
Ya da şu dertlerimi bastırıp sabrımın en sabırlı yerine, alıp başımı gitsem mi?
Ölümü sevsem mi yoksa yaşarken yaşadıklarımdan vazgeçip, Ya da sıkıp yumruklarımı rest mi çeksem göğsümü gere gere ölüme... Sussam mı sesim çığlığa dönüşmüşken isyanlarımdan bir akşamüstü, Yoksa sabahımı beklesem onca yıldız inerken günün koynuna yavaş yavaş... Bende mi gitsem bırakıp ta her şeyi sevdasına koşan mecnun misali, Yoksa firavun gibi tövbemi etsem tüm günahlarıma ölüm düşerken başucuma... Vedaları sevmem deyişimden mi aklına gelmişti usulca çekip gitmek... Yoksa planlı bir eylem miydi bu? İzin ver bende uzanayım içim titremişken sonbahar da toprağın koynuna, Ya da sende bırakma sonbahar diye, olsun yine de sonu bahar ya... Konuşmak; ihanet bir san'attır sadakatse zanaat biri zamanla öğrenilir diğerine, yetmez saat... Kefen cebine kürekle para hazirlamakta o Mhrisah! Arkasi Israfil, önü Azrail Sag cenupta da son melek ...sana kalansa biraz toprak bir kürek ...Ya hiç olacak,ya raziysan "çeyrek" birak herseyi Münker ve Nekir'e Göm bakalim Mihrisah... Tükenerek... Hakkımda:Yasam bana verilmis bir sans ve hayat çok güzel... öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki,ne sevebilir,ne terkedebilirsiniz.. kör kütük bağlanırsınız..en güzel yıllarınız,acı tatlı hatıralarınızın ortağı olur.. iç çekişlerin nedeni,yazıların ilhamı,sohbetlerinizin konusu olur çok zaman.. göz yaşlarınızda,bilinçaltınızda,kahkahalarınızdadır.. korkunca saklandığınız sığınak,çarpinca öptüğünüz bir bayrak.. sevdamızdır taşıdığımız riyasız ve çıkarsız.. karşılıksızdır,sınırsız ve nihayetsiz.. "ölmek var,dönmek yoktur". gün gelir anlarız,içten içe bir seylerin kanadığını.. tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya.. şurasından burasından eleştirmeye koyuluruz.. tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümcül olur biliriz.. içimizde bir yerlerde giderek büyüyüp gelişen gür bir ses duyulur.. "ya sev böyle,ya terk et" !.. diye son avazıyla... o zaman daha bir farkındalıkla anlaşılır,bir çaresiz "aşktır" bu yaşadığımız.. *ne onunla olur,ne onsuz*... Ve anlar insan yasamin ne denli kiymetli oldugunu...!

SESSIZLIK

SESSIZLIK;

Sessizliğim bir kabuğun kırılmış gürültüsü simdi.
Denizindeki her bir çizgi, soluklaşmış...
Bir çocukluğun kirpikleri gibi açılıp kapanır kapatir kapilari. Sonrasını düşünmeyi keserim aniden...
Aniden, yaşadıklarım çok uzamış bir yol gibi biter.
Gövdemden kopan gölgem, yüzüme yansır...
Ayrılık bir kapının bekçisi, bu son baharı hiç unutturmayacak. Şimdi kanımda dolaşan, düş kırıntılarıyla boyadığım sakinliğim.
Demir bıçak, tüpsüz derinlik...
Siyah hüzünlerimle ben asmalara bagladim bag bozumlarimi Kopmuş damarlarim
Hazinesiz sandıklar da kaniyorum...
Kendim için batık bir gemi silüeti seçtim.

Genevre kayip bir gün...

Mihrisah Azakli

Eski zaman uçakları

Eski zaman uçakları
Hiç duydunuz mu, hiç dinlediniz mi? Bir gece yolculuğunda bir ara yola saptınız mı hiç? Duruverdiniz mi orada öylece? İndiniz mi arabanızdan aşağı? Hayır mı? O zaman ben anlatayım size neler olacağını. Önce sağır olduğunuzu düşüneceksiniz. Acele etmeyin, bekleyin. Sessizliğin sesi sarıverecektir sizi yavaşça. Ve birdenbire fark edeceksiniz gecenin daha önce hiç duymadığınız seslerini. Bir yaprağın açılırken çıkardığı ses, bir böceğin sesi, uzaklarda öten bir baykuşun sesi. Ben küçükken bir gece dedem demişti ki; yeterince sessizse ortalık ve yeterince dikkatli dinlemişsek duyabiliriz yıldızların sesini... Evinizde bile başarabilirsiniz bunu. Gecenin ilerlemiş saatlerinde trafik gürültüsü durduğunda fark edeceksiniz evinizdeki ´sessizliğin sesini´. Son sayım gününü hatırladınız mı? Geçen bir arabanın ne kadar gürültü yaptığını? Peki hiç kendi içinizde yaşadınız mı, duydunuz mu kendi ´sessizliğinizin sesini´? Sessizlik terk ediş değildir, sessizlik kaçış değildir, sessizlik teslimiyet değildir, onaylamak da değildir hiç bir zaman. Fark ettiniz mi? Sessizliğin bir başkaldırı, bir direniş, bir çığlık olduğunu, bir sitem, bir reddediş olabildiğini duyabildiniz mi?