ÖYLESİNE BİR ÖYKÜ İŞTE


Bu öylesine bir hikaye

'Bir mart kanadinda çigliktir simdi sana sevdam' benden geçer senden vazgeçemem...


PEKI SEN...(?) Neden hiç tükenmiyorsun...(?)

Ask aslinda bir yanilsama degil midir?
Sizin bir ask hayaliniz vardir ve begendiginiz kisiyi getirip o hayalin ortasina oturtursunuz.
O hayale uygun olup olmadigina bakmaksizin.
O'na roller biçer, huylar dikersiniz.
Gerçekle hayal iç içe geçmeye baslar.
Aslinda asik oldugunuz , kurguladiklariniz midir?
Birini; yaldizlari kazindiktan sonra ortaya çikan tüm çiplakligi, defolari, travmalari ile de sevebilmek henüz yaslanmamis zamanlarin isi midir?
Safliginizin henüz güvensizlikle yer degistirmedigi yaslarda mi kendini kosulsuz aska birakir insan?
O zamanlarda mi yigit bir savasçi gibi karsisina çikan engellerle korkusuzca ve sabirla mücadele edebilir? Bense, bir savasçinin kilicini topraga saplayip artik pes ettigini söylemesi ne demek biliyorum...

Bu sabah her zamankinden erken uyandim.

Gözlerimin içine bakacak birini ariyordum ben.
Merak edecek, sahiplenecek, özleyecek.
Iste benim kadinim diyerek gururla elimi tutacak birini.
En hasin kavgalardan sonra bile tutkuyla sevisebilecek, ufak bir rüzgarda, iskambil kagitlarindan yapilan evler gibi iliskiyi yikima sürüklemeyecek birini.
Ask ve sevgi büyümek için emek ister.
Birlikte emek harcayabilecegimiz; ayni yolda, ayni amaç için yanyana yürüyebilecegim birini ariyordum ben.
Birimiz yoruldugumuzda, digerinin huzurla dinlendirdigi bir iliskiyi bulmak imkansiz miydi?
Birimiz bir tasa takilip düsmeye basladiginda, digerinin tutabilecegine güvenmek çok mu zordu?
Çok mu yüksekti beklentilerim?

Neyin dogru neyin yanlis oldugunu kim bilebilirdi?
Bir tarafta beklentiler, bir tarafta gerçekler birbiriyle kiyasiya çarpisiyordu.
Gerçegin acimasiz soguklugu iliklerime islerken, kalbim inatla isaretlere inanmami söylüyordu.
Israrla -bir iliski nasil baslarsa öyle gider- inancini aklimdan silmeye çalisiyordum.
Kendimle savasiyordum.
Bir insani bu kadar çok hayatimda isterken, ne kadar direnç gösterebilirdim?
Nereye kadar kendime engel olabilirdim bu maceraya atilmamak için?
Sonunda karar verdim.
Isaretlere ve yalanlara inanacaktim.

Soguk bir Subat günü bulusmaya karar verdik.

Gözlerimdeki isilti, yaptigimi onaylar gibiydi.
Dogru veya yanlis bir seçim yapmistim.
Sonu ne olursa olsun, davranisimla baristim ve kendimi kaderin bana çizdigi yola biraktim.
.......................................................................

O geceye ait her ani tüm gerçekligiyle yasamak, hafizama hapsetmek istiyordum.
Asansörle odaya çikarken geçen birkaç dakika, birkaç saat gibi gelmisti.
Kendimi binbir gece masallarindaki Sehrazat gibi hissediyordum.
Kalbim biraz sonra yerinden firlayip uçacak bir kus gibi çirpiniyor, nefes almakta zorlaniyordum.
Odanin kapisina geldigimizde, konusmak zorunda kalsam kendi sesimi duyamayacak gibiydim ama içeri girer girmez mucizevi bir sekilde rahatladim.

.....................................................................

Yüzün; hala unutmadigim o sevgili, ince soluk, hüzün abidesi...
Her bir çizgisi olusurken yaninda olmadigim yüzün; hiç degismemis!.
O yüzü kanatlarimin arasina alip, gözlerimle oksamak isterdim.
Bunu her sabah ve her gece bir ayin gibi,sevgiyle yaparak; insan gibi yasamak, yaslanmak isterdim.
Yaninda seninle zerre zerre doyumsayarak.
Yüzümü, teninde dolastirmaya kiyamaz ??
Incitmekten korkar gibi; yüzünde sadece solugumu gezdirirdim.
Yaninda olsaydim keske; söyleyemedigim, erteledigim her ne varsa; hepsini sana söylerdim.
Utanmazdim; arsiz olur, ne düsünürsen düsün yinede hissettiklerimi bil isterdim.
Bos vermislige siginir seni; çocugum gibi, annen gibi, kadinin gibi, dostun gibi severdim.
Seni böyle sevmekten korkmazdim.

Senin yüzünden bu sehrin ve bu denizin tutsagi olurdum.
Birakip gidemiyorum kalmalarimi...senden geriye kalanlarimi dökerek yasamak!...
Ne zor bilmiyorsun, ne zor seni düs'lemek günler geceler boyu?...
Hiç düsünmedin degil mi; Istanbul' a neden martilarin bu kadar yakistigini?
Neden bu sehirde martilarin bu kadar çok sevildigini hala anlayamadin...
Gökyüzünde uçan her marti, bu sehirde bir insanin sevdalisidir.
Bu sehirde, sevdiginin askina doyamadan ölen, bir martiya dönüsür/mü?
Ne insanlar; martilar yüzünden bu sehirden vazgeçebilir…
Ne de martilar sevdalilari yüzünden bu sehirden gidebilir...

Birazdan; çocuk kahveni getirecek.
Masana konmus beni görünce sasiracak.
Ilkin; sandalyeyi kirletecegimi düsünecek.
Kararsiz kalacak; beni kovmak isteyecek.
Ben, o bana daha elini kaldirmadan uçacagim.
Ürküyorum artik insanlardan, korkuyorum.
Martilar bana gülüyorlar,deniz ve mehtap da...!
Olsun, uzakta durmak; bana hüzünlü bir huzur veriyor.
Simdi çigliklarini duyuramayan bir marti olarak karsindayim.

K arsina konmus bir martiyim iste.
Ne yapacagini sasirdin. Bana bakarak; kocaman gülümsedin.
Gülümsemeni görmeyi öyle özlemisim ki…
Diger masadaki insanlar da senin kadar saskin.
Bana bakiyorsun, kanatlarimi topladim karsinda...
Griye çaliyor kanatlarimin uçlari, paslandim sensizlik rutubet yaratiyor ben de.
Gözlerim hala seni görünce parliyor, civl civil oluyor gözbebeklerim, gözbebeklerine dalinca.
Bak basim dimdik, dudaklarim turuncu.
Burun deliklerim hala nokta kadar.
Dudaklarina daliyorum ve onlari hissetmeyi istiyorum dudaklarim da.

Seninle yapmayi özledigim ne çok sey var aslinda!...
Mesela kahvalti;hatirladin mi sevgili sen sabah kahvaltida süzme yogurt yersin!
Herkes kaymak tereyag sürer ekmegine,ama sen süzme yogurt...
Domatessiz bir sabah ögünü senin için çaysiz kahvalti kadar degersiz!
Günes vurunca yüzüne ben o yüzdeki çizgilere bakarim...
Düsünürüm;her birinde yasanmisligin izlerini gözlemlerim.
Ve bir daha anarim seni ne denli güçlü sevdigimi.
Oysa senin aklin o arada yapacagin günlük islerdedir...
Ama karsilasinca bakislarimiz;bana öylesine içten gülümsersi ki...!
Ahh iste ben onlari ne kadar özlerim.

Kahve severim ben uyanir uyanmaz tuttururum kahve diye!
Ama sen; bana önce kahvalti yapmayi, çay içmeyi, ne kadar kolay ögrettin sevgili...
Simdi artik kahveyi yalniz içmek bana ne kadar zor geliyor bilemessin!...
Yok ki seninle karsilikli kahve ve sigara içmenin o müthis keyfi,yalniz içtigim kahveler de!...
Sensiz yaptigim hiç bir seyin tadi yok sevgili yok...!
Sabaha kollarinda uyanmanin güveni baska nerede bulunur sevgili nerede söyle?...
Müsfik sefkatli arzulu o sevgi dolu buse'nin bana kattigi,sana kattigi o haz!
Hakliyim degil mi? Hakli oldugumu bilmek; ne sana ne bana birsey katmiyor su an...!
Yollardan da yillardan da nefret ediyorum,bizi ayiran herseyden nefret ediyorum.

Ayaklarimdan biri, arkandan kosarken, gerçeklerimden kaçarken, yedigim tastan incinmisti.
Topalliyorum yürürken hala...
Bana bakma öyle dik dik...
Nasil canim yanmisti ne kadar üzülmüstün!...
Ben senin üzülmene üzülmüstüm en çok...
Kanin kirmizisini; denizin tuzu bile silemedi.
Oysa bilmiyorsun sevgiyle baktigin bu Marti,senin kadinin...!

Iste kahven de geliyor. Yudumla ve bana iç…
Askima iç,hasretime denize Istanbul'a en çok da kollarindan uzak olusuma iç...!
Zerrelerime iç sana olan tutkuma arzuma iç...
"Ikimizde mahkumuz deli adam. Ama bir farkimiz var.
Sen kendi hücrende bir köle.
Ben kendi hücremde bir azap kusu...
Artik yoruldum. Islandim. Simdi gitmeliyim ve seni benimle yalniz birakarak."

Uçmaliyim…ölüyorum. sensiz..görmeni istemem
Tek çigligim kalmali düserken tepemde ki kirmizi tüy...
Bu öyle bir sevda ki dinine yandigim hem çok kirmizi hem çok Mor
Belki de çok Hergele tam sana ve bana göre tipki Istanbul gibi
Sen beni ne kadar sevdigini farketmesen de...!

Seni seviyorum…

ŞAH-IKARGA

Desem ki....

Dursam mı bir yerde, durakalsam mı gücüm yetmediğinde...
Bir tarafıma bir sızı saplanmışken?
Avuçlasam mı hasreti, yoksa kucak dolusu sarılsam mı? Ağlasam mı dudak kıvrımlarıma inerken yaşlar, ya da bir tebessüm alıp 3 kuruşa, taksam mı gözlerime?
Kanayan güller mi dersem demet demet bilmem ki beyaz güllere inat.
Ya da şu dertlerimi bastırıp sabrımın en sabırlı yerine, alıp başımı gitsem mi?
Ölümü sevsem mi yoksa yaşarken yaşadıklarımdan vazgeçip, Ya da sıkıp yumruklarımı rest mi çeksem göğsümü gere gere ölüme... Sussam mı sesim çığlığa dönüşmüşken isyanlarımdan bir akşamüstü, Yoksa sabahımı beklesem onca yıldız inerken günün koynuna yavaş yavaş... Bende mi gitsem bırakıp ta her şeyi sevdasına koşan mecnun misali, Yoksa firavun gibi tövbemi etsem tüm günahlarıma ölüm düşerken başucuma... Vedaları sevmem deyişimden mi aklına gelmişti usulca çekip gitmek... Yoksa planlı bir eylem miydi bu? İzin ver bende uzanayım içim titremişken sonbahar da toprağın koynuna, Ya da sende bırakma sonbahar diye, olsun yine de sonu bahar ya... Konuşmak; ihanet bir san'attır sadakatse zanaat biri zamanla öğrenilir diğerine, yetmez saat... Kefen cebine kürekle para hazirlamakta o Mhrisah! Arkasi Israfil, önü Azrail Sag cenupta da son melek ...sana kalansa biraz toprak bir kürek ...Ya hiç olacak,ya raziysan "çeyrek" birak herseyi Münker ve Nekir'e Göm bakalim Mihrisah... Tükenerek... Hakkımda:Yasam bana verilmis bir sans ve hayat çok güzel... öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki,ne sevebilir,ne terkedebilirsiniz.. kör kütük bağlanırsınız..en güzel yıllarınız,acı tatlı hatıralarınızın ortağı olur.. iç çekişlerin nedeni,yazıların ilhamı,sohbetlerinizin konusu olur çok zaman.. göz yaşlarınızda,bilinçaltınızda,kahkahalarınızdadır.. korkunca saklandığınız sığınak,çarpinca öptüğünüz bir bayrak.. sevdamızdır taşıdığımız riyasız ve çıkarsız.. karşılıksızdır,sınırsız ve nihayetsiz.. "ölmek var,dönmek yoktur". gün gelir anlarız,içten içe bir seylerin kanadığını.. tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya.. şurasından burasından eleştirmeye koyuluruz.. tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümcül olur biliriz.. içimizde bir yerlerde giderek büyüyüp gelişen gür bir ses duyulur.. "ya sev böyle,ya terk et" !.. diye son avazıyla... o zaman daha bir farkındalıkla anlaşılır,bir çaresiz "aşktır" bu yaşadığımız.. *ne onunla olur,ne onsuz*... Ve anlar insan yasamin ne denli kiymetli oldugunu...!

SESSIZLIK

SESSIZLIK;

Sessizliğim bir kabuğun kırılmış gürültüsü simdi.
Denizindeki her bir çizgi, soluklaşmış...
Bir çocukluğun kirpikleri gibi açılıp kapanır kapatir kapilari. Sonrasını düşünmeyi keserim aniden...
Aniden, yaşadıklarım çok uzamış bir yol gibi biter.
Gövdemden kopan gölgem, yüzüme yansır...
Ayrılık bir kapının bekçisi, bu son baharı hiç unutturmayacak. Şimdi kanımda dolaşan, düş kırıntılarıyla boyadığım sakinliğim.
Demir bıçak, tüpsüz derinlik...
Siyah hüzünlerimle ben asmalara bagladim bag bozumlarimi Kopmuş damarlarim
Hazinesiz sandıklar da kaniyorum...
Kendim için batık bir gemi silüeti seçtim.

Genevre kayip bir gün...

Mihrisah Azakli

Eski zaman uçakları

Eski zaman uçakları
Hiç duydunuz mu, hiç dinlediniz mi? Bir gece yolculuğunda bir ara yola saptınız mı hiç? Duruverdiniz mi orada öylece? İndiniz mi arabanızdan aşağı? Hayır mı? O zaman ben anlatayım size neler olacağını. Önce sağır olduğunuzu düşüneceksiniz. Acele etmeyin, bekleyin. Sessizliğin sesi sarıverecektir sizi yavaşça. Ve birdenbire fark edeceksiniz gecenin daha önce hiç duymadığınız seslerini. Bir yaprağın açılırken çıkardığı ses, bir böceğin sesi, uzaklarda öten bir baykuşun sesi. Ben küçükken bir gece dedem demişti ki; yeterince sessizse ortalık ve yeterince dikkatli dinlemişsek duyabiliriz yıldızların sesini... Evinizde bile başarabilirsiniz bunu. Gecenin ilerlemiş saatlerinde trafik gürültüsü durduğunda fark edeceksiniz evinizdeki ´sessizliğin sesini´. Son sayım gününü hatırladınız mı? Geçen bir arabanın ne kadar gürültü yaptığını? Peki hiç kendi içinizde yaşadınız mı, duydunuz mu kendi ´sessizliğinizin sesini´? Sessizlik terk ediş değildir, sessizlik kaçış değildir, sessizlik teslimiyet değildir, onaylamak da değildir hiç bir zaman. Fark ettiniz mi? Sessizliğin bir başkaldırı, bir direniş, bir çığlık olduğunu, bir sitem, bir reddediş olabildiğini duyabildiniz mi?