BİR ÇİFT NİYET HİKAYESİ







BİR ÇİFT NİYET HİKAYESİ

Zihnimi yaşanmış hikayelere odakladım, lazım olursa gerekirse zihinlerde yer alsın diye yazdıklarım.
Bir itiraz da bulunmak için ağzınızı açmadan önce 3 kere düşünün diye...uyarı olsun bu hikaye tüm 'yasak öykü' yaşayan herkese, hepimize...!
İnançlar başka türlü hayat bulur ruhumuz da, yaşananlar bambaşka! Kime ne sürprizler hazırlanır süreçte, bunu yaşadıkça görebiliyoruz hepimiz, farklı şekilde yaşadığımız yaşam öykülerimizde. Eni konu bir çift yürek öyküsüdür hepsi, ne kadar ayrı ne kadar farklı yaşadık desekte.
Fiziksel olmayan görünmez duygular devreye girdi mi, beden de farklı bir formata girer bir anda. Düşünce değişir, bakış değişir, yaşamın rengi değişir. Ki bu değişim gözle pek farkedilemez gibi gelir, ama farkı farkedilir her şekilde.
Sonra bir hekim-hasta durumu d/evresi başlar. Eğer hasta olan bizatihi sizseniz...Eyvah!
Heyecanların an be an nasıl yaşandıklarının tarifi değil bu yazdığım. Bu hikaye belli karakterlerin, ruhumuza ve yüreğimize nasıl yuvalanıp, nasıl denge bozmaları ile ilişkili...İzin verdiğimiz süreçte tabii!
Çünkü hayran olunacak ve sevilecek kişiyi BİZ seçeriz. Burası kesin. Ve başlar eylem. Bu bir ışıktır farkedilir. Bu bir enerji iletişimidir geçer. Bu bir kapıyı ardına kadar açmaktır o kişiye ki, hissettirilir. O da hazırdır ezel evvel ebedi. Hisseder.
Meyillidir her nekadar inkara yeltense de, heyecan arıyordur ne zamandır, beklentileri de bu güne yanıtlanmamışsa tamam. Niyeti ve istedikleri listelenmişse, umduklarını nicedir ince ve hassas detaylara dökmüş, planlı-projeli bekliyorsa, zaman ve uygun an programlanmışsa, odaklanmış, kilitlenmiş aporttadır, gelir...Hemen gelir, fazla bekletmez.
Naz niyaz olur, ama mesaj açıktır. Tamam ben geleceğim, geliyorum, yalnız benim şartlarımla yürümeli bu hikaye, demektir kısaca gelişindeki o mağrur böbürlenmiş ifade. Bir mucize gibi görmeye çalışsa da karşıda ki, mucize falan olmaz. O mucizeler mucizevi zamanlarda kalmıştır. Günümüzde esamesi okunmaz. Günümüz; çıkarlar, menfaat, nemalanma üzerine odaklı çalışır. Değişmez kural ve kaidelerle. Bunu arz edip talepkar olan da bilir aslında az-çok, bilir de, istek çok şiddetli olduğundan, göz-ardı etmek işine gelir onunda. Yani kendini kandırmaktır açıkça, iki kişinin rızaları ile devam eden böylesi ilişkiler.
Alan razı veren razı...Ezkaza arada küçük yanılmalar olsa da, genel hali ile budur ilişkilerin başlangıcı. Hasta, hekime inanınca hastalık iyi olmuş demektir ya, yarıyarıya, güven meselesi yani...Karşılıklı kandırmaca-inanmaca şaka gibi oyun gibi...!
Bilmez mi hastalar; hekimlerin yanlışından dolayı ne çok hasta hayatta değildir, mefta olmuştur, ya da sakat olarak sürdürürler yaşamlarını...! Bilmek istemez kimi hastalar işte. Durum psikolojisi. Kuvvetle ve tutkuyla istemek devreye girince her türden etken yerle- yeksan olabilir. Yalana razı olur, kandırılmayı bekler, kendi kendine bahaneler icat eder, ederi çok fazla sebep vardır böyle ilişkilerin içinde.
Kahramanlar; genelde bağlı olan bir diğer kişi ile bağlantısı ve parmağında halkası olan kişidir. Evli olan, yani kuyruğu kıskaçta olan tiplerdir. Bekarın işi ne bu kategoride zaten, o başka ortamlarda, gönlünce ve özgür yaşarken, bu bizim anlattığımız hikayeler, onların hikayesi ile bağdaşmaz. Onlarınki de ayrı farklılık ve tonlar taşır. Şu an ki durum konumuzda yer almazlar.
Burada ki en önemli nokta kişilerden birinin evli olması esası üzerine kuruludur. İnsan ki eşrefi mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür dense de PALAVRA. İnsan eşşek mahlukattır çoğunlukla, içinde de öyle manevi cevher falan bulunmaz, bulunup barındıran da pek azdır. Onlar da buraya pek uğramazlar.
İnanmak kadınlara özgü olsa gerek. Kayıtsız şartsız. Ve fedakarlığa da tepeden inme gönüllü. Şefkat, yardım, sevmek, paralanmak, yırtınmak, delirerek sevmek, gözünü aşk bürümek falan, ne tuhaf kelimeler değil mi...? Hepsi bize, bizi anlatıyor sanki. Delilik. Kadın kadına, çoğunlukla kendilerine böyle davranmasalar da, işin içine sevdikleri ''bir *erkek'' girince anında değişip mutasyona uğruyor bünyelerimiz, evrim geçiriyoruz yeniden göz göre göre.
Beni şaşırtan; sıradan olayları nasıl mucize gibi görebilme coşkumuz! Anlatılan 'iyi kadın' hikayeleri genelde adamların *eş'lerine mahsustur. Bakmayın siz, ayak yapmak adına *eş'lerinden şikayet edip, atıp tutmalarına. Onlar ilk sırayı alır her zaman. İkinci hatta üçüncü sırada olmayı en başından kabul edersiniz bu olaya giriş yaparken. Çünkü *eşler *çocuklar asla sizi sıra-başı yapmaz hayat devam ederken. Onların önceliklerini kabul edip öyle devam edeceksiniz girdiniz mi bu ilişkiye. Size kalabilen payla idare etmek deniyor kısaca.
Akşamın 1-2 saati, günün öğle yemek paydosları, şansınız varsa, olur da, *eş ve çocuklar o hafta-sonu başka bir ilgiye yönelmişse, işten çalınabilen saatlerde, ya da yaz tatili, kış tatili, kocaların çalışmak zorunda oldukları ve ailelerin tatil yaptıkları zamanlar...Size piyango isabet etmiş demektir. Ne zavallı bir tablo değil mi? Aşkın ihanetin ve içsel çatışmaların en orta yerinde buluverirsiniz kendinizi şıppadanak!
Hayat sürprizlidir sever sürprizleri ve akan süreçte süregiden ''aslında bomboş ve size hiç bir şey vermeyen'' ilişkiniz ve çatışmalarınız biçimlenmeye başlar. Sorularınız, önemsiz ve dışarda ki kişi olma haliniz dokunmaya başlar. Dokundurtmaya başlarsınız karşıya. Ve işte hazır olun! Karşı taraf öyle bir savunmaya geçer ki. Siz ne olduğunu farketmeden, gözdelik durumunuz gözden düşüverir anında. En ufak bir kelimenize tahammül gösteremez, o kadar soğuktur ki donmaya başlarsınız, karşıdan gelen hava akımından, öyle çeker saklar ki kendini, ulaşılmaz yanıtlarına kitlenmiştir her türlü, hiç bir anahtar açmaz...!
Ve hatta hazır olun çoktan yeni birilerine de meyletmiştir. Çünkü onun da; ''benim de hayatıma katıp karıştırdığım renk bundan ibaret'' diye tesellisi de hazırdır. Yaptıklarına uydurup biçtiği kılıf...Kılıfsızca! Bir anda evdekinden daha kötü duruma düşüverirsiniz. Evde ki, sizden ve diğerlerinden hep şanslı gibi görünür. Ama değildir....Aslında ne korkunçtur onun düşürüldüğü o durum, en güvendiği adam tarafından!
Kimbilir ne yalanlar kurguluyordur, anlatacaklarını bir an önce dinlemek için sabırsızlanan o *eş'e...Eğer bir şüphe durumu varlığını göstermiş ise tabii...! O eş'te, dünden razı kanmaya, hazır bekliyordur hiç şüphesiz. Toz kondurmadan asla kendisine, ona göre, tozlu topraklı eşi'ne...! Ve diş biliyordur hemcinslerine...Ne çok fahişe dolu etraf diye...! Örnekse eğer; Erkekler ve *fahişeleri, ev'de ki dışarıda ki, hepsi dahil bu gruba habersizce bir şekilde...!
Suçlu kim? Suçlu nerede? Yok suçlu...Arz-talepten ibaret hepsi bildiğiniz ve bildiğimiz gibi. Ve sol üst köşe etiketinin de fonksiyonu yok. Yani kısaca her yaş için geçerli ve revaçta bir durum. Erkek ya da Kadın aynı kategori de. Yaş'landırma yok. Sınıflandırma yok. Mesleki önem yok. Mevki önemi yok. Kim olduğu, ne olduğundan fazla, neler yapabileceği, ne işe yarayabileceği, neler sunabileceği nasıl eğlenceli olunabileceğinde fazla, karşılıklı çifte standartlar durumu.
Kendimizi keşfetsek bunları da keşfedeceğiz ya, ya vakit yok, ya yaşam ağır bedelli vs vs...Bizde de bahane çok. Çakılı kalmamak olduğumuz yere, değiştirmek bazı şeyleri, sevilmek, önemsenmek biri tarafından, önemsendiğini hissetmeyi hissedebilmek belki çıkış teması. Bir de içten içe acaba hemcinslerine gizli bir öfke biriktirmeklemi ilintili bu diğerinin kocasına takma durumu? Çok neden bulunabilir buraya yazılacak. Herkes kendi neden ve sebebini yazabilir bu parafa...! Hepsinin de geçerliliği ayrı ama aynı önemi taşır. Kimse kimseyi sakın ola kınamasın.
Aşk; nasıl ki dünya var-olduğundan beri, yazılıyor, tartışılıyor, kınanıyorsa, seviyor ve vazgeçemiyorsak sevgiden aşktan, ilişkileri, başlangıcını, sonunu, ayrılıkları neden ve sebeplerini de hep tartışıyor olacağız, daima. Hep şikayet edeceğiz, hep ağlayacağız ya da öfke kusacağız. Çünkü memnuniyet ve mutluluk duyguları, ya yazılmıyor ya anlatılmıyor ya da anlatılamıyor ve bir sürecin sonunda da yitip bitiyor zaten.
Herkes payına düşen paydadan bir şekilde suçlu, eğer suçlu aranıyorsa. Bu tip işlerin, ilişkilerin, tek taraflı suçlusu olmaz. Herkes payına düşeni kabullenmek zorunda. Sıyırmaya çalışmayın sıyıramassınız. Sıyrılamassınız. Hiç kuşku yok ki, erkekler değişiyor tabii kadınlar da. Elbette bunda biz kadınların da büyük payı var. Çünkü onlar (kadınlar ve erkekler) eskiden erkeksi buldukları kimi özellikleri artık istemiyorlar. İki yalnız da bir sevda etmiyor yeni moda zamanlarda. Yani bir şeyler bir şeylere yetmiyor hasılı, eksiği tamamlamak içinde dışa döndürülüyor kafalar.
Bir ilişkiye adım attığınızda, her şey tozpembedir. Mutluluk sarhoşluğu, huzur ve yürek coşkusu yüzünüze yansır, ruhunuza yansır, çevrenize yansır. Dünya aslında ne güzel bir yerdir... Sonra ne olursa olur büyü bozulur. Bir anda tablo değişir, atmosfer değişir. İlişki ilerledikçe daha fazla sorun, daha fazla hata dikkatinizi çeker. Kuşkular ve soru işaretleri aklınızı kurcalamaya başlar. İlişki sinyaller verir.
Hepimizin içinde bir iyimser, bir de kötümser oturur. İyimser yanımız çoğunlukla kötümser yanımızın altında ezilir, tabii biz izin verdiğimiz oran da. Olumsuzluğa daha çok meyilliyiz esasında. Epeyce torpillidir kendileri. Düşünce tarzımız; kişiliğimizin, eğitimimizin, yaşam stilimizin genetik kodlarıyla yakından ilişkilidir. Birinin düşünce ve yaşam görüşünü değiştirmek ne kadar zordur. Olumsuzluğa çok yakın duran bir insanın, sadece sosyal ve iş yaşamında değil, duygusal hayatında da benzer davranışlar sergilemesi kaçınılmazdır.
Hele de bu yasak bir ilişki ise...! Kadın olsun erkek olsun vicdani bir takım problemler ile uğraşmak durumunda kalır mutlaka. İyi olan şeyler, doğal ve olağan gelir. Yasak işler insanı huzursuz rahatsız kılar. En mutlu olduğunuz en haz duyduğunuz an, an ile sınırlı kalır. Bir sonra ki an'da telaşlı ayak seslerini duyarsınız vicdani-sorunların. Her ne kadar her şey yolunda olduğunda, akıl unutma eğiliminde olsa da değişmez bu. Hani vücudunuzda ki herhangi bir uzvunuz ağrıyana kadar onu algılamamak gibi bir şey işte.
Ağrının başlamasıyla tüm dikkatiniz o noktaya odaklanır,oraya çekilirsiniz. İlişkiler de böyledir. İlk anların heyecanı bitip geçince, istenilenler olmayınca, bir çok sebebi olabilir, ilişkiniz de hata aramaya başlarsınız. Artık ilginiz hep karşı tarafın kusurları üzerine kurgulanacaktır. Onun yanlışlarına sabitlenip, iyi yanlarını, size cazip gelen, onu sizin gözünüzde müthiş kılan, her güzelliği unutmaya başlayıp, tıpkı sorun çıkarmayan uzuvlarınızı, unuttuğunuz gibi unutursunuz onu değerli kılan tüm değerlerini. Zamanla bu kusurlar gözünüzde o kadar büyür ki; artık ilişkiniz çekilmez bir hal alır. Bardağınız damla damla dolmuştur. Hafiften sızıyordur kenarlarından.
Kaçmalar başlar, ufaktan yok olma bahaneleri, tenkitler, nedenli nedensiz huzursuzluklar. Ve giderek mesafeler büyür büyür ulaşılmaz olur. Görür görmezden gelir. Onun gözünde sizin yeni bir görüntünüz vardır artık. Görünmezlik. İşim vardı, meşgulüm, çok yoğunum, hastayım, bunalımdayım, say say sonu gelmez icatlar...!En fazla karşı taraf bıkıp usanıp kendiliğinden bitirsin isteği ağır basar. Aile daha da ön plana çıkarılır. Eş'in ve çocukların önemi daha üzerine basılarak vurgulanır.
Kıssadan hisse yazmakla bitmez ama bitirmek gerek. Eğer yasak bir ilşkiniz varsa temkinli olun. Ve bilin ki asla kalıcı olmayacaktır. Sonsuza sürmeyecektir. Çünkü hatunlar bu sözüm bize; hiç bir erkek ne kadar şikayet ederse etsin, yuvasını evini kurulmuş olan düzenini terk etmez, dahası riske de atmaz. Vaz geçmez sahip olduklarından. Onun anlattığı gibi yolunda gitmeyen bir takım şeyler olmaz o yuvada. Aksine her türlü rahatı ve huzuru sağlanıyordur. Mizacı doğası gereği erkek avlanmayı sevdiğinden gözü ormandadır. İnin de sorun olduğundan değil.
Kalın sağlıcakla herkese sevgiler


Mihrişah Azaklı Şah-IKaRgA
Geneve-Suısse

''ne bir eksik ne bir fazla''

Desem ki....

Dursam mı bir yerde, durakalsam mı gücüm yetmediğinde...
Bir tarafıma bir sızı saplanmışken?
Avuçlasam mı hasreti, yoksa kucak dolusu sarılsam mı? Ağlasam mı dudak kıvrımlarıma inerken yaşlar, ya da bir tebessüm alıp 3 kuruşa, taksam mı gözlerime?
Kanayan güller mi dersem demet demet bilmem ki beyaz güllere inat.
Ya da şu dertlerimi bastırıp sabrımın en sabırlı yerine, alıp başımı gitsem mi?
Ölümü sevsem mi yoksa yaşarken yaşadıklarımdan vazgeçip, Ya da sıkıp yumruklarımı rest mi çeksem göğsümü gere gere ölüme... Sussam mı sesim çığlığa dönüşmüşken isyanlarımdan bir akşamüstü, Yoksa sabahımı beklesem onca yıldız inerken günün koynuna yavaş yavaş... Bende mi gitsem bırakıp ta her şeyi sevdasına koşan mecnun misali, Yoksa firavun gibi tövbemi etsem tüm günahlarıma ölüm düşerken başucuma... Vedaları sevmem deyişimden mi aklına gelmişti usulca çekip gitmek... Yoksa planlı bir eylem miydi bu? İzin ver bende uzanayım içim titremişken sonbahar da toprağın koynuna, Ya da sende bırakma sonbahar diye, olsun yine de sonu bahar ya... Konuşmak; ihanet bir san'attır sadakatse zanaat biri zamanla öğrenilir diğerine, yetmez saat... Kefen cebine kürekle para hazirlamakta o Mhrisah! Arkasi Israfil, önü Azrail Sag cenupta da son melek ...sana kalansa biraz toprak bir kürek ...Ya hiç olacak,ya raziysan "çeyrek" birak herseyi Münker ve Nekir'e Göm bakalim Mihrisah... Tükenerek... Hakkımda:Yasam bana verilmis bir sans ve hayat çok güzel... öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki,ne sevebilir,ne terkedebilirsiniz.. kör kütük bağlanırsınız..en güzel yıllarınız,acı tatlı hatıralarınızın ortağı olur.. iç çekişlerin nedeni,yazıların ilhamı,sohbetlerinizin konusu olur çok zaman.. göz yaşlarınızda,bilinçaltınızda,kahkahalarınızdadır.. korkunca saklandığınız sığınak,çarpinca öptüğünüz bir bayrak.. sevdamızdır taşıdığımız riyasız ve çıkarsız.. karşılıksızdır,sınırsız ve nihayetsiz.. "ölmek var,dönmek yoktur". gün gelir anlarız,içten içe bir seylerin kanadığını.. tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya.. şurasından burasından eleştirmeye koyuluruz.. tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümcül olur biliriz.. içimizde bir yerlerde giderek büyüyüp gelişen gür bir ses duyulur.. "ya sev böyle,ya terk et" !.. diye son avazıyla... o zaman daha bir farkındalıkla anlaşılır,bir çaresiz "aşktır" bu yaşadığımız.. *ne onunla olur,ne onsuz*... Ve anlar insan yasamin ne denli kiymetli oldugunu...!

SESSIZLIK

SESSIZLIK;

Sessizliğim bir kabuğun kırılmış gürültüsü simdi.
Denizindeki her bir çizgi, soluklaşmış...
Bir çocukluğun kirpikleri gibi açılıp kapanır kapatir kapilari. Sonrasını düşünmeyi keserim aniden...
Aniden, yaşadıklarım çok uzamış bir yol gibi biter.
Gövdemden kopan gölgem, yüzüme yansır...
Ayrılık bir kapının bekçisi, bu son baharı hiç unutturmayacak. Şimdi kanımda dolaşan, düş kırıntılarıyla boyadığım sakinliğim.
Demir bıçak, tüpsüz derinlik...
Siyah hüzünlerimle ben asmalara bagladim bag bozumlarimi Kopmuş damarlarim
Hazinesiz sandıklar da kaniyorum...
Kendim için batık bir gemi silüeti seçtim.

Genevre kayip bir gün...

Mihrisah Azakli

Eski zaman uçakları

Eski zaman uçakları
Hiç duydunuz mu, hiç dinlediniz mi? Bir gece yolculuğunda bir ara yola saptınız mı hiç? Duruverdiniz mi orada öylece? İndiniz mi arabanızdan aşağı? Hayır mı? O zaman ben anlatayım size neler olacağını. Önce sağır olduğunuzu düşüneceksiniz. Acele etmeyin, bekleyin. Sessizliğin sesi sarıverecektir sizi yavaşça. Ve birdenbire fark edeceksiniz gecenin daha önce hiç duymadığınız seslerini. Bir yaprağın açılırken çıkardığı ses, bir böceğin sesi, uzaklarda öten bir baykuşun sesi. Ben küçükken bir gece dedem demişti ki; yeterince sessizse ortalık ve yeterince dikkatli dinlemişsek duyabiliriz yıldızların sesini... Evinizde bile başarabilirsiniz bunu. Gecenin ilerlemiş saatlerinde trafik gürültüsü durduğunda fark edeceksiniz evinizdeki ´sessizliğin sesini´. Son sayım gününü hatırladınız mı? Geçen bir arabanın ne kadar gürültü yaptığını? Peki hiç kendi içinizde yaşadınız mı, duydunuz mu kendi ´sessizliğinizin sesini´? Sessizlik terk ediş değildir, sessizlik kaçış değildir, sessizlik teslimiyet değildir, onaylamak da değildir hiç bir zaman. Fark ettiniz mi? Sessizliğin bir başkaldırı, bir direniş, bir çığlık olduğunu, bir sitem, bir reddediş olabildiğini duyabildiniz mi?